Terör

Ozcan YENICERI
ozcanyeniceri@yenicaggazetesi.com.tr
…………………………………………………..
Teror makas degistirdi

Son zamanlarda PKK teror orgutunun ozellikle ABD’den buyuk destek
aldigi bilinmektedir. ABD, PKK teror orgutune karsi Turkiye’nin
yapacagi operasyonlari da onleyerek, Irak’in kuzeyinde bu teror
orgutune buyuk bir koruma saglamaktadir.
Rahip Santora’yi olduren silah ile Dink’i olduren Glock marka silahin,
ABD silahi olup Irak’in kuzeyinden Turkiye’ye sokuldugu da bilinmektedir.
Bu veriler goz onunde tutuldugunda Malatya katliaminin sundugu mesaj,
Turkiye’deki terorun cok yonlu, karmasIk ve ciddi bir donusum icine
girdigini gostermektedir. Terorun cesitlenerek makas degistirdigi
gercegiyle Turkiye karsi karsiyadir. Yeni teror turu adhokrat ve mobil
bir karakter gostermektedir. Bu terorun yonlendirilmis gruplarin
gecici amaclar icin bir araya gelmesiyle olustugu anlasilmaktadir.
Kurumsal bir yapidan uzak ve bir birinden bagimsiz unsurlarin
gerceklestirdigi bir teror bicimidir. Bu tur olusumlarda kurumsal ve
orgutsel bagliliktan ziyade gecici amac birligi cercevesinde bir araya
gelenlerin dolayli bir bicimde yonlendirilmeleri soz konusudur. Bu
durum terorist eylemin arkasindaki orgute ulasmayi zorlastirmaktadir.
Hatirlanacagi gibi 70′li yillarin “sag/sol” adi altinda ideolojik,
seksenli yillarin PKK/Asala ozelinde etnik/irkci, 90′li yillardan
itibaren mezhepci teror uretilmeye calisilmistir. AB ile baslayan
surecte; etnik/irkci teror azinlik/cogunluk esasina bagli dinsel bir
teror alaniyla cesitlendirilmis olmaktadir. Ozellikle Dink cinayetinin
yarattigi sansasyonel etkiyi dikkate alan mihraklarin, Turkiye’yi
sarsacak temel alanin azinlik, inanc alani ve misyonerlik
faaliyetlerine yonelik saldirilarin oldugunu fark ettikleri
anlasilmaktadir.
Hrant Dink cinayetinin, ABD senatosunun Turkiye karsiti bir takim
karar almasina neden olan sonuclari olmustu. Misyonerlik yapanlara
karsi yapilan eylemler, azinlik mensuplarina karsi islenen cinayetler
ve din adamlarina yonelik saldirilarin da Avrupa ve ABD nezdinde buyuk
tepkilere neden oldugu ve olacagi iyi bilinmektedir. Bu durum bir
takim mihraklari bu tur saldirilari gerceklestirmeye yoneltmekte temel
saik olabilir.
Turkiye’ye karsi dayatma icine girenlerin elini guclendirmeye yonelik
menfur bir saldiriyla Turkiye yeniden karsi karsiya gelmistir. Bu
katliamin amaci, Turkiye’de azinliklarin inanc ozgurlugu olmadigi,
farkli etnisite mensuplarina karsi surekli bir sindirme operasyonu
oldugu imajini yaratmaya yoneliktir.
Son zamanlarda yasanan teror, Turkiye’ye karsi yururluge konulan buyuk
bir komplonun ayrintisi niteligindedir. Bu anlamda Turkiye’deki
bolucu, mezhepci teroru yoneten kanli baronlarin oncelikli
amaclarinin, milletlesme surecini durdurarak, milli dokuyu ayristirmak
oldugunun alti cizilmelidir. Asil amac Turkiye’de yasayan Turk
milletinin sosyolojik cozulmesini saglamak ardindan da etnik, azinlik
ve mezhep temelli siyasi cozulmeyi mumkun kilmaktir.
Ayristirma yontemi olarak da oncelikle farklilik, ayrilik, otekilik ve
baskalik gosteren turlu cesit kavramlar ortaya atilmistir. Boylece
kendisini bir ulkeye, bir tarihe, bir cografyaya, bir millete, bir
vatana ve bir degerler bicimine ait goren insanlara; aslinda farkli
kultur ve degerlere ait oldugu hissi verilmis olacaktir. Onun icin
millet dururken “mozaik”, Islam dururken “Ilimli Islam”, Turk dururken
“Turkiyelilik”, Milli kimlik dururken “alt kimlik/ust kimlik”
kavramlari piyasaya surulmustur. Bir gruba ya da bireye milli yapidan
ya da cogunluktan ne kadar farkli oldugu bilinci verilirse o birey ya
da grup o kadar cok ayrismaya meyilli olur. Bir etnisite ya da inanc
mensuplarinin baska etnisitelerin ya da inanc mensuplarinin buyuk
baskilari altinda bulundurulduklarina inandirilmalari durumunda,
onlari bir arada tutmak imkâni ortadan kalkar. Yapilmaya calisilan da
budur.

Tarih:20.04.2007

Temmuz 8, 2007 at 11:43 am Yorum bırakın

DEVLET ANA MIDIR, BABA MIDIR?

DEVLET ANA MIDIR, BABA MIDIR?

Bilinen bir psikolojik gerçektir. Anne sevgisi çocuğundan hiçbir şey
beklemeden verilen bir sevgidir, baba sevgisinde ise göreceli bir beklenti
vardır. Anne çocuğuna sevgisini sunarken hiçbir karşılık beklemez. Sadece
verir. Oysa baba çocuğa sevgisini sunarken, aslında bilinçaltındaki şu
komuta uyar: “Benim istediklerimi yaparsan seni severim..” Baba, mantıklı,
analitik düşünce sahibi, bilimsel verilerle yaşamı organize eden birisi
olduğu takdirde bu yaklaşımda sorun yoktur. Ama değilse, çocuk
yetişkinliğinde, potansiyel bir sorunlu birey olacak demektir.

Garip bir duyguyla, devletini hem ana, hem de baba olarak tanımlayan bir
ulusuz. Hangi tanımı yaptığımız devletten beklediklerimize göre değişiyor
sanırım. Bazılarımız devletin bir anne gibi şefkatli, bazılarımız ise bir
baba gibi otoriter olmasını istiyoruz belki de. Bizim dileklerimizin dışında
olarak devletimiz de zaten, Osmanlıdan beri, tebaaya/vatandaşına, ne yazık
ki; “benden olanlar ve benden olmayanlar” olarak bakmış hep.

Bir yanda, resmi tarihimiz, Osmanlı dönemindeki bütün halk hareketlerini
devlete karşı işlenmiş bir suç gibi göstermiştir. Bu nedenle de bizler,
hiçbir sorgulamaya tabii tutmadan refleks olarak, tarihin bu yönünü, bu
haliyle kabul ediyoruz. (Cumhuriyet döneminde çıkan ve hepsi de yeni kurulan
devlete bir tepki olarak başlatılan isyanları bu sınıfa almıyorum elbette.
Onların çoğu dış kışkırtmalarla yeni Türk devletine karşı kotarılmış,
eğitimsiz insanların dini duyguları istismar edilerek, yayılan isyanlardı.)

Öte yandan, devletin kendi insanlarını ayrıma tabii tutarak sınıflandırması
sonucunda oluşan gruplaşmalardan, azınlıkta olanlara karşı uyguladığı kimi
mantıksız uygulamalar da, halkın bir kesimi içinde, giderek kabul görmüş, bu
uygulamalar sonunda ne yazık ki, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kimi
mantıksız mübadeleler gibi, 6-7 Eylül olayları gibi, Çorum, Malatya,
Kahramanmaraş olayları gibi, gerek kendi halkımıza gerek azınlıklara karşı
akıl almaz hatalar yapılmıştır. Bu durumda, yukarıdaki tanıma göre, bizim
devletimiz, için “akıllı bir baba gibi davranmıyor” diyebiliriz. Devletimiz
bize hep; “Benim istediklerimi yaparsan seni severim..” diyor. Oysa ki;
devletin olmazsa olmaz yönü, tarafsız olması gerekliliğidir. Burada bir
parantez açarak, -belki de bilinçaltımda devlete bir hafifletici neden
sunmak istiyorum- şunu da vurgulamamız gerekir. Kimi dış güçler, biz pek
göremesek de, sadece bugünü yaşamak ve buna göre politika üretmek yerine,
100 hatta 200 yıl sonrasını görerek politika üretmekte, bizim gibi, yetkin
yöneticilerden yoksun, daha ziyade kişisel çıkarlarını ön planda tutan
politikacıların yönettiği devletleri, kendi uzun vadeli planlarına alet
etmektedirler.

Gerek bundan önceki, öldürülmeleri toplumun tüm kesimlerinde infial
uyandıran aydınların cenaze törenlerinde, gerekse Hrant Dink’in cenaze
töreninde ortaya çarpıcı bir gerçek çıkmıştır. Halk, kendi haline bırakılsa,
dini inançları ya da siyasi görüşleri ne olursa olsun, o Türk insanına özgü,
iyi komşuluk ve karşılıklı yardımlaşma duyguları ile hareket etmeye devam
edecektir. Aynı gerçeği, örneğin bir Yunan halkı, bir Ermeni halkı için de
söyleyebiliriz. Gerçekte ne onlar bize düşman, ne de biz onlara.

Devletlerin var olduğu günden beri yöneticiler inanılmaz bir hatayı
tekrarlamaya devam ediyorlar. Toplumları kolay yoldan yönetebilmek için en
kolay yöntem olarak, bir iç düşman, bir de dış düşman yaratıyorlar. Ne yazık
ki, kabul edelim ki, bizim ülkemizde, 60 yıldan fazla bir zamandır, iktidar
erkini kullanan tüm politikacılar, bilerek ya da bilmeyerek, aynı hataya
düşmüşlerdir. Önümüzdeki uzun bir dönem içinde de, bunun tersini uygulayacak
yetenekteki insanların politika sahnesine çıkacağını sanmıyorum. Kaldı ki,
bu yıllarda bu ayrışmanın en tehlikeli boyutunu yaşıyoruz ülke olarak.
Bugünkü iktidar, toplumu ısrarla din ekseninde farklı sınıflamalara göre
ayırmak istiyor. Dileğim geçmişte olduğu gibi bu hataya düşmememiz. Son
cenaze töreni bu konudaki umutlarımı güçlendirdi.

Sağlıkla, sevgiyle kalın..

Nazmi Alacadağlı..

Temmuz 8, 2007 at 11:42 am Yorum bırakın

OKU EY MİLLETİM OKU !!!…

OKU EY MİLLETİM OKU !!!…

Aşağıdaki belgeleri oku da; dedene, ninene yapılanları iyi anla!…Aydın-gazeteci-yazar-çizer-sanatçı-televizyoncu kılıklarına bürünmüş aşağılık yaratıkların gerçek kimliklerini iyi algıla!…Hrant’ın cenazesinde “Soykırım’ın hesabını soracağız” diye pankart açıp bağıranların kimlik ve adreslerini iyi belle!…Hem suçlu, hem güçlü konumda olan iğrenç yaratıkların foyalarını ser!…Asil Türk Milletinin nasıl sahipsiz bırakıldığını gör!…Aşağıdaki yazılı belgelerde yaşananların tekrar başına gelmemesi için dostu-düşmanı, insan olanı-olmayanı iyi ayır!…Türk Milletine kendi mezarını kazdırttıklarını anla artık!!!…(Lütfen tepkinizi gösterin ve bu yazıyı tüm tanıdıklarınıza gönderin!)

“Dostun tokadı uyanma şansı tanır, düşmanınki tanımaz!.”(Torlakon öğretisi)(Yazı, bana başlıksız olarak geldiği için böyle bir başlık uyar diye ekledim. Osman ÖZSOY can’a da gönül dolusu selamlar – E.A.)  

Hepsi “Hrant” değil, HINÇAK ve TAŞNAK artığı!…
*************************************************************

Toplum bilimcilere göre: toplumlarda, tıpkı bireyler gibi duygusallaşabilir ve yönlendirilebilirler.
Ermeniler üzerinden ülkeyi karıştırmak isteyen bazı iç ve dış mihraklar yine harekete geçti.Devletlûlarımız acaba bilinen şu gerçekleri Uluslar arası camiada dile getirmiyorlar mı? Esas zulüm gören kimmiş anlatmıyorlar mı?Allah tarafından insanın öldürülmesi büyük günah sayılmıştır. Her ölüm acıdır. Hrand Dink’in ölümü de. Ancak yüzlerce Büyükelçinin Ermeniler tarafından şehit edilmesinde hangi devlet bu kadar olayı büyüttü? Bakanlar kurulları yarıda kesilip 2 Bakan apar topar olay mahalline gönderildi mi?  Vip Salonları kullanıma açıldı mı? ????Doğrusu çok merak ediyorum: Ermeniler tarafından şehit edilen yüzlerce Büyükelçinin ve İstanbul’da kaldırılan binlerce asker ve polis şehit cenazelerinde bu devlet, bu sendika baronları ve bu halk neredeydi? Tanıyamadım.

Sonra “Hepimiz ermeniyiz” ne demek?????

Galiba, birileri hedefe ulaşmada büyük yol kaydetti.

Olan bitene sadece ayıp ediyorlar demek yetmez. Yazıklar olsun.

BELGELERLE
Türkler Ermenilere ne yaptı?  Ermeni vahşetine Türk’ün tavrı…
Tarihsel gerçeklerin bu kadar aleni çarpıtılmasına insanlık şahit olmadı.

O kadar ki, Anadolu’nun doğusunda Ermeniler, batısında Yunanlılar insanlık tarihinin ender gördüğü vahşetlere imza atarken, Avrupa basını bu mezalimi, “Türkler Rumları ve Ermenileri” katlediyor şeklinde duyurdu.
Onun içindir ki Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin en kritik döneminde Ankara’da Büyük Millet Meclis’ini açmaya karar verdiğinde, önce Anadolu Ajansı’nı kurdu. Amaç; Anadolu’da olup bitenden dünyayı doğru bir şekilde haberdar etmekti.

Nitekim o tarihten sonra, dünyadaki Müslüman toplumların Milli Mücadele’ye çok ciddi oranda yardımları başladı. Anadolu’da Ermeni ve Rumların giriştikleri vahşetten dünyanın kısmen de olsa haberi oldu.
Ermeniler sahte bir soykırım iddiasını 91 senedir gündemde tutmayı başardılar. Şu ana kadar 17 ülke, Sözde Ermeni Soykırımı iddialarıyla ilgili Parlamentolarından karar çıkardı. Bunlardan 10′u, AB üyesi.

Genç kuşak bilmiyor…

Okuma özürlü bir toplumuz. Bu ülkenin bırakın sade vatandaşlarını, Nobel almış romancısı bile bu topraklarda gerçekte ne olup bittiğinden habersiz hale gelmiştir. İşler biraz daha kendi haline bırakılsa, sokaktaki vatandaş bile, “soykırım yapmış olabilir miyiz” tereddüdünü yaşamaya başlayacaktır.

İş o noktaya gelmeden, Ermenilerin Anadolu’da yaptığı vahşetten çok az bir kısmına kaynak göstererek temas etmekte yarar var. Amacımız düşmanlığı körüklemek değil, “tam olarak ne olmuştu” sorusuna, o günleri en iyi şekilde yansıtan tarihi kaynaklar ışığında cevap aramaktır. Yazının sonunda dipnotları göreceksiniz.

Ermenilerin Anadolu’da yaptığı vahşeti İngiliz ve Fransız zabitlerinin kontrolünde yapıldığını tespit eden Osmanlı Hükümeti, bu konuda İtilâf devletleri nezdinde gerekli teşebbüste bulunduysa da, bundan bir netice alamadı.(1) Tıpkı günümüzde, Anadolu’yu kana bulayan Batı himayesindeki teröre karşı dost bildiği ülkelerden destek bulamadığı gibi.

Gelelim Ermeni mezalimine…
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Erzincan geri alındığı vakit korkunç bir manzara ile karşılaşıldı. Bölgedeki Türklerin çoğu evleriyle birlikte yakılarak öldürülmüştü. Her öldürme işinden önce muhakkak işkence yapılmış olduğu dikkat çekiyordu. O kadar ki, öldürülmeden önce tecavüz edilmiş olan kadınlardan tenasül uzuvlarına fişek sokulanlar bile vardı.

Ermeniler Erzincan’da Türk köylerini bastılar ve köyün 7-8 yaşındaki kızları da dâhil olmak üzere bütün kadınların ırzına geçtiler. Bazı yerlerde bir Türk kadınına 30′dan fazla Ermeni’nin tecavüz ettiği oldu.

Ermeni çapulcularından oluşan ve kendilerine Fransız üniforması giydirilmiş olan 400 kişilik bir müfreze Dörtyol kasabasına girdi, evleri bastı, her şeyi yağma etti. Ortalık kan gölüne döndü. (2)

Bir dere içinde beş yüzden fazla kadın ve çocuk hunharca öldürüldü. Ermeniler Erzurum’a bağlı Hınıs’ta, her türlü kötülüğü yaptıktan sonra bir Türk kadınının memedeki çocuğunu ateşte kızartarak annesini bu kebaptan yemeğe zorladılar. Dört Türk erkeği, elleri karınlarına sokulmak suretiyle öldürüldü, erkeklik organları kesilerek ağızlarına sokuldu.

Van’da kocası öldürülen altmış yaşında bir kadına tecavüz edildikten sonra, dişilik organına odun sokularak öldürüldü. Bazı yerlerde Ermeniler, Türkleri öldürdükten sonra köpeklere yedirdiler.

Hem katliam yaptılar, hem alay ettiler…

Yine Ermeniler, yaralı dört Türk askerinden birini, gözlerini oyduktan ve “Kalk bak, Osmanlı askeri geliyor mu? dedikten sonra öldürdüler. İkincisinin sağ tarafından derisinin bir kısmını yüzüp çanta haline getirdiler, ellerini bu çantaya soktular ve “Bu çantada Padişahınızın parası var mı?” dedikten sonra öldürdüler. Üçüncüsünü ise erkeklik organını keserek ağzına soktuktan ve “Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden yardım gelsin” dedikten sonra öldürdüler. Dördüncü askeri, tüfek şişlerini kızdırarak 24 yerinden dağladılar. Bu askeri ölümden, o sırada olay yerine gelen Rus askerleri kurtardılar. Ermeniler birçok Türkü Murat suyuna atarak boğdular. Boğulanların ayakların altında çakılı nallar görüldü.

Ermenilerin birçok yerde Türk kadını ve çocuklarını tekke ve mescitlere doldurarak yaktılar. Ulemadan Şeyh Abdulkadir Efendi, kafasının derisi yüzülmek suretiyle öldürüldü. Bir Ermeni erkeği, tecavüz ettiği Türk kadınının yanağını ısırarak kopardı.(3)

Ermeniler Erzurum’da 7 Şubat 1918′de başlattıkları büyük katliamda, daha ilk gün binlerce kişiyi öldürdüler. Çırılçıplak hamama götürdükleri kadın erkek Türklerin üzerinde en çirkin emellerini tatmin ettikten sonra hepsini öldürdüler. Sadece 26 Şubat günü üç bin Türkü öldürdüklerini bizzat kendileri itiraf ettiler. (4)
Muş, Bitlis ve Pülümür civarında ahırlara kapatmış oldukları Türkleri, petrole bulayıp ateşledikleri mandaların hücumuna terk etmek gibi vahşette de bulundular.

Düşman da şaştı bu mezalime…

Yapılan mezalim öyle boyutlara vardı ki, işgalci diğer düşman kuvvetleri de olan bitenden rahatsız olmaya başladı. Savunmasız Müslüman halka yapılanlara dayanamayan Rus Başkomutanı, “bütün bu hallere son verilmezse Müslüman halka silah dağıtmak zorunda kalacağı” söyledi.
Yine bunlardan birinde Rus Albayı Griasnoff, genç bir Ermeni kızını bir caminin avlusuna götürerek Ermenilerin yaptığı mezalimi göstermiş, yapılan iş karşısında üzüleceğini beklediği Ermeni kızın büyük bir zevkle kahkaha attığını ve yapılan işi beğendiğini söylemesi karşısında, bu Ermeni kızdan tiksindiğini ifade etmişti. (5)

Türkler ne yaptı?

Bilindiği gibi harp devam ettiği süre içerisinde eli silah tutan tüm Türk erkekleri cephedeydi. Böyle olunca cephe gerisinde sadece kadın, çocuk, yaşlı, yaralı ve sakatlar kalmıştı. İşte Ermeni ve Rumlar Türk köy ve kasabalarını böylesi bir güvenlik zafiyeti içinde buldular ve savunmasız bu insanlara akla hayale gelmedik işkence ve zulümler yaptılar.

Ermeniler Anadolu’daki Müslüman halka aklın hayalin almadığı zulmü reva görürken, Osmanlı Devleti Mütareke sonrasında evlerine yurtlarına dönen Osmanlı askerlerinin, geride kalan çoluk çocuğunu öldüren ve evlerini barklarını yakıp yıkan Ermenilere misilleme yapmaması için gereken tüm tedbirleri aldı.

Osmanlı Devleti, Ermeni ve Rumlar tarafından yapılan fenalıklara, yine fenalıkla mukabele etmedi, intikam hırsı içinde olmadı, insanına kin ve nefret aşılamadı. Bununla ilgili bir arşiv belgesinde Osmanlı Hükümeti’nin;
“Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında niza, münaferet (nefret) ve hilâf-ı kanun ahval vukûuna fırsat verilmemesi” konusunda kamu görevlilerine özel bir çaba göstermelerini istediğini görüyoruz. (6)

Ermeni ve Rumlar Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Müslümanlara ait evleri basıp soyarken(7), aynı günlerde Osmanlı Hükümeti Ermenilerin iaşe giderleri için Merkez’den Anadolu’ya havale gönderdi(8), kendisini geçindiremeyecek kadar aciz olan Ermenilere sahip çıkılmasını” istedi(9).

Parası olmayan “Ermenilere harcırah verilmesi” için valiliklere talimat gönderdi(10). Hâlbuki aynı günlerde Osmanlı Hükümeti; “Belediye memurlarının maaşlarının ödenmesine imkân olmadığını” ilân etmişti(11). Yine aynı dönemde”Beş altı aydan beri maaşını alamamış çok sayıda Türk memur” bulunuyordu. (12)

Osmanlı Devleti hatta o kadar hassas davrandı ki, harp boyunca evinden yurdundan ayrı kalan Ermeni ve Rumları büyük bir güvenlik içinde yerlerine yurtlarına yerleştirdikten sonra, onlardan ayrıca “mallarımın hepsini aynen teslim aldım” şeklinde imza aldı(13). Tüm Ermeni ve Rumların varlıkları kendilerine eksiksiz bir şekilde teslim edildi.

Bunları yazmaktaki amacımız Ermeni düşmanlığını körüklemek değildir. Bir ülkenin dirlik ve düzeni bozulduğunda ve toplumun arasına fitne girdiğinde, daha da önemlisi insanlar önlerine daha büyük menfaat kapılarının açıldıklarını gördüklerinde, birçok insanî değeri bir kalemde nasıl sildiklerini göstermektir. Çünkü tarih, geçmişten ibret alınsın ve kötülükler tekrar etmesin diye insanların önüne konulur.

Asıl sorulması gereken soru…

Ermenilerin kendilerine soykırım yapıldığını iddia ettiği dönem aslında, yapılan onca vahşete rağmen intikam duygusuyla hareket etmemiş olan bir Milletin akıllara durgunluk veren sabır örnekleriyle doludur. Burada insanlık âleminin asıl araştırması gereken, “nasıl oldu da misliyle karşılık vermeme sabrını gösterebildiler” sorusuna cevap aramak olmalıdır.

Türk Milleti’nin asırlarca karşılıksız himmetine mazhar olanlar, vicdanlarını baskı altında tutan minnet duygusuna vefa ile karşılık vereceklerine, yaptıkları işin utancı ile olsa gerek, uydurma bir soykırım yalanı ile ancak kendilerini aldatma yolunu tercih etmişlerdir. Bunun içindir ki, çıkardıkları yasalarla, gerçeğin dile getirilmesini bile yasaklamışlardır. İşte böylesine tarihi bir utanç yakalarına dolanmış vaziyettedir.

————————————————-

[1] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA), DH-ŞFR, Dosya: 100, Belge: 85.
[2] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı: 33, Belge: 823
[3] Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-ı İhtilâliyesi, İstanbul 1332, s. 291-320.
[4] Cemiyet-i Akvam ve Türkiye’de Ermeni ve Rumlar, İstanbul 1337, s. 27.
[5] Bolayır, Enver, Talât Paşa’nın Hatıraları, İstanbul 1946, s. 99.
[6] BOA, DH-ŞFR, Dosya: 95, Belge: 145.
[7] BOA, DH-ŞFR, Dosya: 95, Belge: 103.
[8] BOA, DH-ŞFR, Dosya: 95, Belge: 124; ayrıca benzer belgeler için bkz. 95/123; 95/125; 95/136.
[9] BOA, DH-ŞFR, Dosya: 95, Belge: 130.
[10] BOA, DH-ŞFR, Dosya: 95, Belge: 137.
[11] BOA, DH. UMVM. Dosya: 11/45-1, Belge: 73.
[12] BOA, DH. UMVM. Dosya: 6/2, Belge: 42; ayrıca bkz. 6/2, 40; 6/2, 32.
[13] BOA, DH-ŞFR, Dosya: 95, Belge: 178.
 Tiraji günde 2.500 olan iktidar egilimli 525. Gazete’nin 23 Ocak 2007 tarihli sayisinda, ve Agil Abbas imzasiyla yayimlanan makale“Benim için en zor yazi bu. Tamamen baska bir sekilde yazilmaliydi, ancak sinirlerimi yatistirdim. Bilmiyorum, belki de yatistiramadim.Türkiye’de Hrant Dink isimli Ermeni kökenli bir gazeteci öldürüldü. Kötü bir olay. Öldüren de 17 yasinda bir genç. Simdi bütün Türkiye çalkalaniyor. Adam iste, öldürmüsler. Niye kendinizi yirtiyorsunuz?Hangi sehirde oldugunu hatirlamiyorum ama, birkaç yil önce Türkiye’nin ünlü aydinlarini bir evde yakarak öldürdüler. O zaman Türkiye kendini böyle yirtmiyordu, o zaman Basbakan aglamiyordu, o zaman halk sokaklara çikarak haykirmiyordu. Dünyanin da umurunda degildi. Çünkü öldürülenler büyük Türk aydinlariydi. O Türk aydinlari ki, Hrant Dink onlarin tirnagi bile olamazdi. Yani bizi öldürebilirler, yakabilirler! Ermenistan’da, Daglik Karabag’da, Kerkük’de, Bosna Hersek’de katledebilirler. Ancak dünyanin umurunda degil.Dünya ile isim yok zaten, benim kafamin tasini attiran kendiminkiler.Türk televizyonlarini seyrettigimde ve Türk gazetelerini okudugumda Karabag olaylarini hatirladim.

Hankendi’nde, Meseli’de, bilmem nerde Ermeniler Azerileri katlediyorlardi. Bizimkiler ise, aydinlarimizi televizyona çikararak, Ermenilere övgüler yagdiriyorlardi. Biri, ‘Annemin sütü kurumustu, komsu Haykanus’un sütünü emdim’, digeri ‘Asot benim amcam, beni oglu gibi sever’, bir digeri ise ‘Ermeni halki çok akilli bir halk, onlarin günahi yok, birkaç Bolsevigin isi bu’ derdi.Tüm bunlari neden söylüyorum?Söyledigim gibi, Türk televizyonlarini seyrediyorum, Türk gazetelerini okuyorum. Aynen bizim gibi. Insan, kendini bu kadar mi asagilayici bir duruma düsürür?“Kanal D” diye namussuz bir televizyon var (Nusirevan Muharremli’ye, Azerbaycan’da yayimini durdurdugu için tesekkürler). 24 saat Hrant Dink hakkinda programlar hazirliyor, canli yayim yapiyor. Türkiye’de ne kadar escinsel aydin varsa, televizyona toplayarak Ermenilere övgüler yagdiriyor. Gazeteler de ayni sekilde.Hrant Dink kimdi? Ermeni dilinde çikan haftalik Agos Gazetesi’nin sahibi, Genel Yayin Yönetmeni. Bu adam her zaman Türkiye’ye ve ayni zamanda Atatürk’e küfür eden bir adamdi. Gazetesi’nde, ‘Türk’ün kani pis bir kan’ diye yaziyordu. Sözde soykirimi taniyordu. Kisacasi, Türkiye’nin ve Türkçülügün düsmanlarindan biriydi.

Türkiye’nin düsmanlari da, kimi öldüreceklerini ve Türkiye’yi nasil karistiracaklarini iyi biliyorlar. Türkiye’yi karistiriyorlar ve çalkaliyorlar. Ne yazik ki, Türkiye de bu çalkantiya uyarak, ülkeyi karistirmak isteyenlere imkan sagliyor.

Siradan bir gazeteciyi öldürdüler. Simdi Türkiye de mi bundan dolayi ölmeli? Deniz Baykal, hüngür-hüngür aglayarak gitti cenazeye, sanki kardesini öldürmüslerdi. Erdogan, babasi öldügünde bu kadar aglamamisti. Italya Basbakani Prodi ile yapacagi görüsme nedeniyle cenazeye katilamayacagi için özür bile diledi. Kardesim, cani cehenneme Prodi’nin, Hrant’in cenazesine git.

Türkiye’nin düstügü duruma bir bakin ki, Türkiye’ye ve Türkçülüge hakaret eden bir adami Türk bayragina, Ermenilerin katlettigi Türklerin kanina boyanan Türk bayragina sararak, defnetmek istiyor. Ayip, ayip, erkek olun, erkek! Devleti bu kadar asagilamayin. Bu devlet, sadece Türkiye’de yasayan Türklerin degil. Ayni zamanda Ermenilerin, çoluk çocuga bakmadan katlettigi 20 bin Azerbaycanli sehidin de devleti, bizim de devletimiz!

Nerde Türk ideolojisini yönlendirenler? Nerde asil meseleyi ortaya dökecek Türk emniyet organlari?

Kardesim, Ermeniler ile onlarin arkasindakiler, düsünülmüs bir sekilde bu cinayeti islediler. Bunu dökün ortaya.

Dünya ile bir Türk gibi, bir Bozkurt gibi konusun. Cengizhan’in, Timur’un, Yildirim Beyazit’in, Fatih Sultan Mehmet’in, Atatürk’ün diliyle konusun. Kaçmayin artik! Kaçtikça sizi kovalayacaklar.

Türkiye’nin düstügü duruma bakin ki, Avrupali politikacilar, Hrant’in ölümünün, Türkiye’nin AB üyeligini kuyunun dibine attigini söylüyorlar. Akliniza sasayim, sanki Hrant Dink ölmeseymis, AB Türkiye’yi kabul edecekmis? Türkiye bu kadar saf mi ki, AB’nin kendisini üye kabul edecegine inansin?

Kendine gel, kardesim, kendine!

Türkiye’nin kendine gelmesi için yeni bir Atatürk lazim! Fatih SARI
BThaber  

Ermeni yalanlarıyla savaşan general  Pakistanlı yazar Aktar Şeyh, Ermeni tezleriyle mücadele için Ingilizce kitap yazdı. Emekli general, Ermeni lobisine çok güçlü cevaplar verilmesini istiyor.   Birçok konuda tezlerini güçlü bir şekilde savunamayan Türkiye, uluslararası arenada haklı iken haksız duruma düşüyor çoğu zaman. Geçtiğimiz aylarda yapılan uluslararası bir araştırmada en kötü imaja sahip ülkeler sıralamasında Israil’den sonra ikinci olduk. Özellikle Ermeni lobisinin Türkiye aleyhtarı yayın ve faaliyetleri kuşkusuz bu olumsuz imajın esas âmillerinden biri. Türkiye, Ermeni lobisinin binlerce kitabına, yüzlerce web sitesine ve 2 milyona yakın internet atfına karşı cevap olacak eserleri dünya dillerinde üretemiyor.

Işte bu eksikliği gören Pakistanlı bir emekli general, kendi ülkesinde Ermeni lobisinin ortaya koyduğu ‘soykırımcı Türkiye’ imajına karşı savaş açtı. Pakistan medyası ve akademik çevrelerinde rahatça sesini yükseltebilen Ermeni tezlerinin yalan ve yanıltıcı bilgilerle dolu olduğunu tespit eden gazeteci-yazar emekli asker Mesut Aktar Şeyh, yüzlerce kaynağı inceleyerek yaptığı araştırmaları kitaplaştırdı. Ingilizce olarak 250 sayfalık “Yalan, Yalan, Daha Çok Yalan” isimli kitabı hazırlayan emekli general, Ermeni meselesini belgeleriyle açıklığa kavuşturuyor.–>NiYE BATILILARDAN ÖĞRENELIM?\n

Türkiye’nin, tezlerini\ndünyaya anlatmada eksik kaldığına inanan Mesut Aktar, uluslararası platformda\nözellikle Ermeni sözde soykırım iddialarına karşı Türk tezlerini anlatacak\nkitap ve kaynak yokluğunu kabullenemiyor. Ingilizce olanların ise bir elin\nparmaklarını geçmediğini hatırlatan Mesut Aktar Şeyh, “Türkler neden bu\nalanı boş bırakıyorlar; anlamak mümkün değil.” diye serzenişte bulunuyor.\nErmenilerin Ingilizce, Fransızca ve hatta Rusça olarak, neredeyse her ay bir\nkitap bastığını kaydeden Aktar Şeyh uyarıyor: “Böyle olunca dünya\nkamuoyunun Ermeni soykırımı iddialarına niçin Ermenilerin bakış açısından yaklaştığı\nda anlaşılıyor.”

Dünya kamuoyu gibi Pakistan\nkamuoyu da Ermeniler konusunda tamamen yabancı kaynaklardan besleniyor.\nPakistan’da Ingilizce yaygın olarak kullanılıyor ve bu dilde birçok yayın\norganı bulunuyor. Urduca yayımlanan gazete ve dergiler de yabancı haber\najanslarına bağımlı. Basında yer alan Ermeni sorunu ile ilgili haber ve\nyorumlar tamamen Batı kaynaklı. Hatta birçok yazı bizzat ‘Diaspora\nErmenileri’ tarafından kaleme alınıyor. Bu yüzden Türklerin Ermenilere\nsoykırım yaptığı şeklindeki haberler bütün dünyada olduğu gibi Pakistan medyasında\nda yer alıyor. 170 milyonluk kardeş ülke Pakistan’daki dezenformasyon ne\nyazık ki Ermeni meselesiyle sınırlı değil. Kürt meselesi konusunda da aynı\nsorunlar yaşanıyor.

Türkiye’nin bütün bu\nbilgilendirmelere karşı Ingilizce veya Urduca yayın ortaya koyması gerekiyor.\nEmekli general Mesut Aktar, “Benim ülkem Ermeni meselesini niçin Batılı\nyabancı kaynaklardan öğrenmek zorunda kalsın?” diye soruyor. Zaten\nsorunun cevabını aramak için çıktığı yol, onu Pakistan’da Türk tezlerini\nsavunan, Ermeni iddialarını çürüten yeni kitabının oluşmasına vesile olmuş.”,1] ); //–>

NIYE BATILILARDAN ÖĞRENELIM?

Türkiye’nin, tezlerini dünyaya anlatmada eksik kaldığına inanan Mesut Aktar, uluslararası platformda özellikle Ermeni sözde soykırım iddialarına karşı Türk tezlerini anlatacak kitap ve kaynak yokluğunu kabullenemiyor. Ingilizce olanların ise bir elin parmaklarını geçmediğini hatırlatan Mesut Aktar Şeyh, “Türkler neden bu alanı boş bırakıyorlar; anlamak mümkün değil.” diye serzenişte bulunuyor. Ermenilerin Ingilizce, Fransızca ve hatta Rusça olarak, neredeyse her ay bir kitap bastığını kaydeden Aktar Şeyh uyarıyor: “Böyle olunca dünya kamuoyunun Ermeni soykırımı iddialarına niçin Ermenilerin bakış açısından yaklaştığı da anlaşılıyor.”

Dünya kamuoyu gibi Pakistan kamuoyu da Ermeniler konusunda tamamen yabancı kaynaklardan besleniyor. Pakistan’da Ingilizce yaygın olarak kullanılıyor ve bu dilde birçok yayın organı bulunuyor. Urduca yayımlanan gazete ve dergiler de yabancı haber ajanslarına bağımlı. Basında yer alan Ermeni sorunu ile ilgili haber ve yorumlar tamamen Batı kaynaklı. Hatta birçok yazı bizzat ‘Diaspora Ermenileri’ tarafından kaleme alınıyor. Bu yüzden Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı şeklindeki haberler bütün dünyada olduğu gibi Pakistan medyasında da yer alıyor. 170 milyonluk kardeş ülke Pakistan’daki dezenformasyon ne yazık ki Ermeni meselesiyle sınırlı değil. Kürt meselesi konusunda da aynı sorunlar yaşanıyor.

Türkiye’nin bütün bu bilgilendirmelere karşı Ingilizce veya Urduca yayın ortaya koyması gerekiyor. Emekli general Mesut Aktar, “Benim ülkem Ermeni meselesini niçin Batılı yabancı kaynaklardan öğrenmek zorunda kalsın?” diye soruyor. Zaten sorunun cevabını aramak için çıktığı yol, onu Pakistan’da Türk tezlerini savunan, Ermeni iddialarını çürüten yeni kitabının oluşmasına vesile olmuş. –>44 YILDIR TÜRKIYE’YI\nIZLIYOR

1963’ten beri Pakistan\nmedyasında Türkiye ile ilgili yayımlanan haberleri tarayan ve biriktiren Mesut\nAktar Şeyh, haberlerin çoğunun Türkiye’yi yanlış tanıttığını belirtiyor.\nPakistan’ın tirajı en yüksek Ingilizce gazetelerinden The News ve\nDawn’da arka arkaya Ermeni Diasporası’nın görüşlerinin yer aldığı\nyazılar çıktığında da çok üzülmüş. “Bir şeyler yapmalıydım” diyen\nAktar Şeyh, yaklaşık 4 yıl önce kolları sıvamış. Ve sonunda “Lie, Lie,\nMore Lie” isimli 250 sayfalık Ingilizce kitabını kaleme almış. “Iki\nülke arasındaki kardeşliği herkes biliyor; ama gelin görün ki Pakistan kamuoyu,\nTürklerin Ermenileri soykırıma tâbi tuttuğunu zannediyor” diyen Mesut\nAktar Şeyh şöyle devam ediyor: “Türkler, asla katliamcı, soykırımcı bir\nmillet olamaz. 40 yıldır Türkiye’yle ilgileniyorum. Çok yakından tanıdığım\nbirçok Türk var. Türkler her şeyle suçlanabilir; ama soykırımla asla. Türklerin\nmillî karakterleri böyle bir şeye elvermez.”

ERMENI TEZLERINI\nÇÜRÜTMEK KOLAY; DOĞRULARI ANLATMAKTA NIÇIN GECIKIYORSUNUZ?

Aktar Şeyh, üç yıl gece\ngündüz bu kitap için çalışmış. 70 yaşındaki Türk dostu Aktar Şeyh, “Bu yaştan\nsonra niye uğraşacağım; gençler yapsın” deyip bir köşeye çekilmemiş. 127\nTürkçe ve 140 yabancı kaynak inceleyerek hazırladığı kitabı 2006 Kasımında\npiyasa çıkan Şeyh, geçtiğimiz günlerde eserinin tanıtımı için Türkiye’ye\ngeldi.

Kitabın serencamını şöyle\nanlatıyor emekli general: “Konuya ilişkin Türk, Batı ve Ermeni kaynaklarını\nokudum, inceledim ve arşivlerde geceledim. Türkler soykırım yapmamıştır diye inanmak\nbaşka bir şey, bunu delilleri ile ortaya koymak ayrı bir şey. Türklerin soykırım\nyapmadığına inanıyordum; ama benim buna hissi olarak inanmam yeterli değildi.\nKaynak ve delillere ihtiyacım vardı. Araştırmalarımı derinleştirdikç”

44 YILDIR TÜRKIYE’YI IZLIYOR

1963’ten beri Pakistan medyasında Türkiye ile ilgili yayımlanan haberleri tarayan ve biriktiren Mesut Aktar Şeyh, haberlerin çoğunun Türkiye’yi yanlış tanıttığını belirtiyor. Pakistan’ın tirajı en yüksek Ingilizce gazetelerinden The News ve Dawn’da arka arkaya Ermeni Diasporası’nın görüşlerinin yer aldığı yazılar çıktığında da çok üzülmüş. “Bir şeyler yapmalıydım” diyen Aktar Şeyh, yaklaşık 4 yıl önce kolları sıvamış. Ve sonunda “Lie, Lie, More Lie” isimli 250 sayfalık Ingilizce kitabını kaleme almış. “Iki ülke arasındaki kardeşliği herkes biliyor; ama gelin görün ki Pakistan kamuoyu, Türklerin Ermenileri soykırıma tâbi tuttuğunu zannediyor” diyen Mesut Aktar Şeyh şöyle devam ediyor: “Türkler, asla katliamcı, soykırımcı bir millet olamaz. 40 yıldır Türkiye’yle ilgileniyorum. Çok yakından tanıdığım birçok Türk var. Türkler her şeyle suçlanabilir; ama soykırımla asla. Türklerin millî karakterleri böyle bir şeye elvermez.”

ERMENI TEZLERINI ÇÜRÜTMEK KOLAY; DOĞRULARI ANLATMAKTA NIÇIN GECIKIYORSUNUZ?

Aktar Şeyh, üç yıl gece gündüz bu kitap için çalışmış. 70 yaşındaki Türk dostu Aktar Şeyh, “Bu yaştan sonra niye uğraşacağım; gençler yapsın” deyip bir köşeye çekilmemiş. 127 Türkçe ve 140 yabancı kaynak inceleyerek hazırladığı kitabı 2006 Kasımında piyasa çıkan Şeyh, geçtiğimiz günlerde eserinin tanıtımı için Türkiye’ye geldi.

Kitabın serencamını şöyle anlatıyor emekli general: “Konuya ilişkin Türk, Batı ve Ermeni kaynaklarını okudum, inceledim ve arşivlerde geceledim. Türkler soykırım yapmamıştır diye inanmak başka bir şey, bunu delilleri ile ortaya koymak ayrı bir şey. Türklerin soykırım yapmadığına inanıyordum; ama benim buna hissi olarak inanmam yeterli değildi. Kaynak ve delillere ihtiyacım vardı. Araştırmalarımı derinleştirdikç –>Batılıların fikr-i sabit\nolabileceğini kabul eden Aktar Şeyh, “ Konuyu delilleriyle ortaya koymalısınız.\nTezler Türkçe savunuluyor. Hiç olmazsa Ingilizce, Fransızca, Rusça hatta\nErmeniceye çevrilmeli. Siz bir şey yapmazsanız karşınızdakilerin size kayıtsız şartsız\ninanmasını bekleyemezsiniz.” diyor.

Aktar Şeyh’e göre\nCumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye bu konuya eğilemedi. Türkiye Ermeni\niddiaları ve yalanları konusunda kendi tezlerini anlatmakta gecikti. Batı’daki\nyaptırım kararlarını da bu gecikmeye bağlayan Şeyh, Kurtuluş Savaşı sonrası\neksikliği anlayışla karşılıyor. Ama bugünkü durumumuzu bir türlü anlayamıyor:\n“Ermeni iddialarını çürütmek çok kolay. Sizi soykırımla suçlayan bir milleti\ndidik didik araştırmanız gerekirdi. Ne üzücü ki bazı Türk dostlarım da\nErmeniler konusunda yeterli bilgiye sahip değil.” Ayrıca dünyanın en\nbüyük arşivleri arasında yer alan Osmanlı Imparatorluğu arşivlerine sahip bir\nülkede bunları okuyacak, inceleyecek Osmanlıca bilen yeterli sayıda araştırmacı\nolmamasını da hayretle karşılıyor.

General Mesut Aktar Şeyh,\n1915 yılında yaşananların “soykırım” olmadığını her platformda\nanlatıyor: “Silahlı Ermeni komitacıların işledikleri cinayetler ve toplu\nkatliamlar belgeleriyle sabittir. Bunun üzerine zorunlu göçe tâbi tutulan\nErmeniler arasında ölenler ya da öldürülenler olmuştur; ama bu asla bir\n‘soykırım’ değildir. Ermeniler ülkelerine ihanet etmiştir.”

Emekli general, araştırmaları\nderinleştikçe konunun aslını Ermenilerin de çok iyi bildiğini fark etmiş:\n“O yıllarda Türk erkeklerinin neredeyse yüzde 99’u cephedeydi.\nGeride kalanlar, ya köylerde ve kasabalarda yaşayan çocuklar, kadınlar ya da yaşlılardı.\nBu insanlar mı Ruslar ve Fransızlar tarafından tepeden tırnağa silahlandırılmış\nErmenilere soykırım yaptı? Buna inanmak mümkün değil. Belgeler de zaten bu\niddiaların gerçek olmadığını gösteriyor. Ermeniler, bizzat kendileri insanları\nöldürürken bile ‘bizi öldürüyorlar’ diye bağırıyorlardı.”” Ermeni yalanlarından kurulu büyük bir kuleyle karşılaştım. Kitabın adı da buradan çıktı.”

Batılıların fikr-i sabit olabileceğini kabul eden Aktar Şeyh, “ Konuyu delilleriyle ortaya koymalısınız. Tezler Türkçe savunuluyor. Hiç olmazsa Ingilizce, Fransızca, Rusça hatta Ermeniceye çevrilmeli. Siz bir şey yapmazsanız karşınızdakilerin size kayıtsız şartsız inanmasını bekleyemezsiniz.” diyor.

Aktar Şeyh’e göre Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye bu konuya eğilemedi. Türkiye Ermeni iddiaları ve yalanları konusunda kendi tezlerini anlatmakta gecikti. Batı’daki yaptırım kararlarını da bu gecikmeye bağlayan Şeyh, Kurtuluş Savaşı sonrası eksikliği anlayışla karşılıyor. Ama bugünkü durumumuzu bir türlü anlayamıyor: “Ermeni iddialarını çürütmek çok kolay. Sizi soykırımla suçlayan bir milleti didik didik araştırmanız gerekirdi. Ne üzücü ki bazı Türk dostlarım da Ermeniler konusunda yeterli bilgiye sahip değil.” Ayrıca dünyanın en büyük arşivleri arasında yer alan Osmanlı Imparatorluğu arşivlerine sahip bir ülkede bunları okuyacak, inceleyecek Osmanlıca bilen yeterli sayıda araştırmacı olmamasını da hayretle karşılıyor.

General Mesut Aktar Şeyh, 1915 yılında yaşananların “soykırım” olmadığını her platformda anlatıyor: “Silahlı Ermeni komitacıların işledikleri cinayetler ve toplu katliamlar belgeleriyle sabittir. Bunun üzerine zorunlu göçe tâbi tutulan Ermeniler arasında ölenler ya da öldürülenler olmuştur; ama bu asla bir ‘soykırım’ değildir. Ermeniler ülkelerine ihanet etmiştir.”

Emekli general, araştırmaları derinleştikçe konunun aslını Ermenilerin de çok iyi bildiğini fark etmiş: “O yıllarda Türk erkeklerinin neredeyse yüzde 99’u cephedeydi. Geride kalanlar, ya köylerde ve kasabalarda yaşayan çocuklar, kadınlar ya da yaşlılardı. Bu insanlar mı Ruslar ve Fransızlar tarafından tepeden tırnağa silahlandırılmış Ermenilere soykırım yaptı? Buna inanmak mümkün değil. Belgeler de zaten bu iddiaların gerçek olmadığını gösteriyor. Ermeniler, bizzat kendileri insanları öldürürken bile ‘bizi öldürüyorlar’ diye bağırıyorlardı.” –>Aktar Şeyh’in tespitleri\nbununla da sınırlı değil. Ermenilerin Türkiye’den toprak talebi olduğunu\nhatırlatıyor ve uyarıyor: “Tazminat da isteyecekler ve isteklerinden asla\nvazgeçmeyecekler. Her platformda bu tezlere güçlü cevaplar vermek ve politika\nüretmek zorundasınız.”

KIVRIKOĞLU’NUN\nDOSTU

Mesut Aktar Şeyh, Pakistanlı\nbir emekli subay; ama son yıllarda yazar ve gazeteci kimliği daha çok öne çıkmış.\nAktar Şeyh, tam 40 yıldır Türkiye ve Türkler ile diyalog halinde. Kurmaylığını\nTürkiye’de almış ve sınıf arkadaşları arasında Genelkurmay eski Başkanı\nOrgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da var. Türkiye’ye geldiğinde Kıvrıkoğlu Paşa’yı\ngörmeden gitmiyor. Pakistan’ın en tanınan gazeteci ve yazarları arasında\nyer alan Aktar Şeyh’in Türkiye ile ilgili 500’den fazla makalesi\nyayımlanmış. Necip Fazıl Kısakürek ve Aziz Nesin gibi tanınmış Türk edebiyatçılarının\nbirçok eserini, Ingilizce ve Urduca’ya çeviren de o. Iki ülke dostluğunun\ngelişimine yaptığı katkılardan dolayı Pakistan devleti tarafından bir edebiyatçıya\nverilen en büyük ödül olan Tamgha-e Imtiyaz ile ödüllendirilmiş.

Mehmet KAYA

Hrant Mili Kuvvetlerdendi! 22 Ocak 2007

Posted by Aybars in Derin Devlet, Hırant Dink, Ermeni. add a comment

Hırant Dink hakkındaki düşüncelerimizde sayın Gürses’in onun milli kuvvetler icinde oldugunu acıklayan beyanları belirleyici olmak durumundadır.Fevkalade önemli görevler yürüten bu değerli hocanın açıklamalarını aşağıda sunuyorum:
Emin Gürses- İddia 1 – Hrant Dink, milli kuvvetlerdendi Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emin Gürses, bazı çevrelerin sandığının aksine Hrant Dink”in “milli kuvvetler” den olduğunu söyledi. Gürses, Dink”in Ermeni sorununun aşılması için ABD”deki Ermeni lobisinin saf dışı edilmesi ve Ermenistan”la birebir sağlıklı ilişkiler kurulması adına önemli çalışmalar yürüttüğünü iddia etti. “Pazartesi Röportajları”
nın bu haftaki konuğu olan Doç. Dr. Emin Gürses, önemli açıklamalarda bulundu. Dink”in öldürülmesini “Düşman ordusu gelip Türkiye”ye saldırsa bize bu kadar zarar veremezdi” diye ifade eden Gürses, “Hrant Dink bu ülke için sanıldığından da çok önemli bir yurtseverdi. Cenazesinin mutlaka Türk bayrağına sarılıp kaldırılması gerekir” dedi. Gürses özetle şunları söyledi:

“Dink, Ermeni meselesi üzerinden Türkiye”ye karşı suni bir kuşatma olduğunu, bunun da merkezinin Batı”da yer aldığını görüyordu. Bu kuşatmadan kurtulmak için inisiyatifin Türkiye ve Ermenistan”ın eline geçmesini istiyordu. Bu amaçla, yani tamamen bir yurtsever olarak, devletle bazı bilgi ve görüşlerini paylaşıyor, devletin ilgili birimlerine yol gösteriyordu. Milli politikaları belirleyen ekiplere “Şöyle şöyle yapmak”gerekir diyordu. Son bir yıldır Hrant Dink”in de olduğu, kamuya kapalı yapılan bazı toplantılarda bunlar tartışıldı. Hrant Dink açık bir insandı, o yüzden bilmiyorum ama bunu çevresinde çok güvendiği birkaç kişiyle de paylaşmış olabilir.”

NEDEN KONUŞTUM?
Kendisini de “Milli kuvvetlerden” biri olarak tanımlayan Gürses, Dink”in devletle bilgi ve görüşlerini paylaşmasının adının asla “Devlete çalışmak” olmadığının da altını çizdi. Gürses şöyle
konuştu:

“Kimse yanlış anlamasın. Ben, Dink devlete çalışıyordu, demiyorum.
Ama Dink, Türkiye”nin üzerinden ağır bir yükü kaldırmak istiyordu.
Tam da Mustafa Kemal”in söylediğini yapıyordu. Mustafa Kemal, “Memleketin ve milletin saadeti için çalışanlar birinci sınıf insanlardır”diyor. Hrant Dink de birinci sınıf insandı. Bu açıklamayı, gerçeği gösterip oyunu bozmak için yaptım. Bu dumanlı havadan hem dışarıda hem de içeride nemalanmak isteyenler var. Bunu engellemek adına belki de gizli kalması gereken bir şeyi söyledim.
Ama bu oyunu hem Dink için hem de bu ülke için bozmamız gerekiyor.
Hükümet bu oyunu bozmak istiyorsa Ermenistan kapısını açmalı. Dink de bunu söylüyordu.”

Kimler Öldürttü? 21 Ocak 2007

Posted by Aybars in Derin Devlet, Hırant Dink, Ermeni, Basın, Kişiler. add a comment

Hrant Dink’i kimler öldürttü?

Hrant Dink’i tanımazdım. Kurucusu olduğu Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni ve yazarı olduğunu, katıldığı televizyon programlarından öğrendim.
301. maddeden yargılanmasıyla ilgili haberlerle onu daha yakından tanımaya başladık.
Menfur suikasta kurban gittikten sonra da zor bir çocukluk ve gençlik geçirdiğini, yetimhanede büyüdüğünü, gençlik yıllarında solcu olduğunu, bu yüzden okuldan atıldığını, çavuş yerine er çıkartıldığını, Ermeni çocukların barındığı yetimhanede yöneticilik yaptığını öğrendik…
Hrant Dink’in de geçtiği anlaşılan 1970′li yılların solculuğunda; insanın, ırkının, soyunun sopunun, dininin, mezhebinin, cinsiyetinin siyasal tutumu ve mücadelesi açısından bir önemi yoktu. İnsan, hangi ırktan veya dinden olursa olsun en yüce değerdi. Eşitlik, özgürlük, insanca yaşama hakkı, hakça bölüşüm önemliydi. Mücadelenin esasını bu değerler oluştururdu. Tutum buna göre alınırdı.
Günümüzde ne sağ böyle ne sol…
O dönemin sol öğretisinde yetiştiği anlaşılan Hrant Dink, daha çok bir cemaat gazetesi olduğu anlaşılan Agos’un genel yayın yönetmeni ve yazarı olduğu için, Ermeni olduğu için alçak bir suikasta kurban edildi.
Hrant Dink’in son dönem belirgin özelliği Ermeni olması, Agos’u çıkarması ve Türklerin 1915′te “Ermeni soykırımı” yaptıklarına inanmasıydı. Dink, bu görüşünü açıklıyor ve savunuyordu. Kendini “Ermeni milliyetçisi” olarak tanımlamıyor, “ırkçı olmadığını, ırkçılığın en büyük suç olduğuna inandığını” da her fırsatta söylüyordu.
Hrant Dink, katıldığı televizyon programlarında düşünce özgürlüğünü savunuyordu. İfade özgürlüğüne, “Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi suç sayan bir yasa çıkarmış olan Fransa’yı protesto edecek kadar inanıyordu.
Dink, Türkiye’nin tezlerine karşı olduğu gibi Ermeni diasporasına da karşı tutumlar alıyordu. Türkiye ile Ermenistan arasında diyalog kurulmasına çaba gösteriyordu. Ermeni diasporasını takıntılı ve sert buluyordu.
Türkiye’de Türklerle birlikte yaşamaktan memnun ve mutluydu. Ta ki, fikirleri nedeniyle “güvercin tedirginliği”nde yaşamaya itilinceye dek…Kimin çıkarı var?
Hrant Dink öldürüldü. Öldüreni ve öldürtenleri lanetliyoruz. Her suikast gibi bu eylemi yapan ve yaptıranların da alçakça, aşağılık bir iş yaptıklarını haykırıyoruz.
Hrant Dink’in katledilmesinden sonra toplumun ve medyanın gösterdiği ortak tepki, Türkiye’de halkın giderek daha bilinçli bir tutum içine girdiğini gösteriyor. Türk halkı hiçbir zaman bu provokasyonlara kapılmadı, sürüklenmedi, birbirine düşmedi… Bu en büyük kazancımız, en büyük güvencemizdir.
Şimdi hep birlikte yanıtını bulmamız gereken soru, Hrant Dink’i kimlerin öldürttüğüdür. Dink’in öldürülmesinden kimlerin çıkarı olduğunu bulmaktır. Bu tip siyasi cinayetlerde asıl neden ve sorumlular genellikle “görünen gerçeğin” uzağında, daha derinlerde gizlidirler.
Bu nedenle hemen göze sokulan “neden”ler kuşkuyla karşılanmalı, olayın derinlerine inilmelidir.
Daha önce işlenen siyasi cinayetlerde orta yerde duran gerekçelerin çoğu doğru çıkmadı. Bu unutulmamalıdır.

Yakalanan zanlı
Dün geç saatlerde Dink’in katil zanlısı yakalandı. Yakalanan kişinin 17 yaşında ve Trabzon doğumlu olduğu belirtildi. Zanlının yaşı ve Trabzon bağlantısı, Trabzon’da işlenen rahip cinayetini anımsatıyor. Kesin bir kanaate varmadan önce soruşturmanın ulaşacağı boyutları beklemek gerekiyor.
Hrant Dink’in ailesine, yakınlarına, sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

fbila@milliyet.com.tr

Temmuz 8, 2007 at 11:42 am Yorum bırakın

O güvenlik devleti neredeydi?

İZLENİM
O güvenlik devleti neredeydi?
Fatih Polat-

Hrant Dink’in gazetesi, bizim gazeteye çok yakın bir yerde bulunuyor. Sol tarafımızda yanı başımızda, bir süre önce arka arkaya bombalı saldırıya uğrayan Cumhuriyet gazetesi, sağ tarafımızda ise Agos gazetesinin bulunduğu Halaskargazi Caddesi.
Agos ile bizim aramızdaki mesafe, yürüme mesafesi ile 10-15 dakika arası. Olayı duyar duymaz muhabir arkadaşlarımızla birlikte olay yerine gittik. Hrant Dink, üzeri örtülmüş bir biçimde öldürüldüğü noktada yatıyordu. Çevresinde bulunan mermi kovanları da polis tarafından işaretlenmişti ve polis, olay yeri incelemeleri için güvenlik kordonu oluşturmuştu. Savcının olay yerine ulaşması için yarım saat geçmesi gerekti. Olay yeri inceleme ekiplerinin gelmesi ve gerekli işlemler yapılmasından sonra Dink’in cesedi kaldırıldı. Ancak tüm bu işlemler bir saat kadar sürdü.
Olay yerinde görüştüğümüz kişilerden bazıları, silah sesi duyduktan sonra 1.65 boylarında genç bir adamı kaçarken gördüklerini belirttiler. Anlatılanlara göre, bu kişi beyaz kapşonlu bir mont giyiyordu.
Dink, gazetesinin bulunduğu apartmanla bitişik olan kuyumcunun önünde öldürülmüştü. Cinayetin işlendiği yerin arka sokağında Bomonti polis karakolu bulunuyor. Hrant Dink’in, yargılandığı Şişli Adliyesi de yürüme mesafesi ile 15 dakikalık uzaklıkta.
Hrant, öldürüldüğü gün, yani dün yayımlanan Agos gazetesindeki yazısında, aldığı tehditleri anlatmış ve parantez içinde şöyle önemli bir not düşmüştü: (Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arz etmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)
Başbakan Erdoğan, olayı kınadığını bildiren, istihbarat ve güvenlik birimlerini görevlendirdiğini, Adalet ve İçişleri Bakanı’nı da olayla ilgili olarak görevlendirdiğini belirtirken, gazetecilerin soruları üzerine, “Hrant Dink’in bir koruma talebi olmamıştı” dedi.
İşte bu cümle ilginç. Türkiye’deki “güvenlik devleti” uygulamalarının, gazetecilerin, milletvekillerinin cep telefonlarının dinlenmesine kadar vardığı biliniyor. Dahası, arşivler karıştırıldığında, devletin çeşitli birimlerinin, diğer güvenlik biriminin, kendisini dinlemekle suçladığına dair haberlere bile rastlanacaktır. Yani istenildiği zaman, devletin bir kurumdan ya da kişiden talep gelmeden de “güvenlik” adına onu takibe aldığının bilindiği bir ülkede yaşıyoruz.
Ama Hrant Dink’in, aldığı tehdit mektubunu teslim etmiş olduğu Şişli Savcılığı, bu konuda kendisine bir sonuç dahi bildirmiyor. Savcı, cinayet mahaline yarım saatlik bir gecikmeyle ulaşıyor.
Bu noktada aklı başında herkes soracaktır, Hrant Dink koruma talebinde bulunmamış olsa bile, Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı ve Danıştay olayının sıcaklığı henüz hafızalardayken, devletin birimleri böyle bir ihtimali düşünerek, gazetenin bulunduğu caddenin yakınlarında mesafeli bir güvenlik düzeneği oluşturamaz mıydı? Nasıl oluyor da, cinayeti gerçekleştiren kişi, İstanbul’un en gözde caddelerinden biri olan Halaskargazi Caddesi’nden bu kadar kolay bir biçimde kaçıp, kayıplara karışabiliyor.
Şu açık ki, Türkiye’de devletin kurumları Hrant Dink’i yargılamak konusunda gösterdikleri “duyarlılığı” ve “titizliği”, aldığı tehditler ve can güvenliği konusunda tam anlamıyla tersten işletmişlerdir. Dink’in aldığı tehditler önemsenmemiştir. Dink, devlet açısından, yargılanması önemli, korunması ise “önemsiz” sayılan aydınlardan biri olmuştur. Bu durum, ne yazık ki akıbetini de belirlemiştir onun.
“Susurlukçuların”, “kızılelmacıların” hedefe koyduğu Hrant Dink’e sıkılan bu kurşunların, aslında hepimizi hedef aldığı çok açık. Çok sayıda aydının adının “derin devlet” cinayetleri olarak resmi Susurluk raporlarına dahi geçtiği bir ülkede, devletin bu cinayetin failleri konusunda nasıl bir “performans” göstereceği konusunda iyimser olunamayacağına göre, bu işin kime düştüğü bellidir.
Analizi konusunda çok daha fazla şey söylenebilecek olan Hrant Dink cinayetinin aydınlanması için, Türkiye’de “halkların kardeşliğine” inanan herkes seferber olmalıdır. Bu hepimiz davasıdır.

Temmuz 8, 2007 at 11:40 am Yorum bırakın

Hrant Dink cinayetinde Türkiye’nin hiçbir çıkarı yoktur!

Hrant Dink’in öldürülmesinde Türkiye’nin hiçbir çıkarı yok. Bilakis bu cinayet Türkiye’yi uluslararası platformlarda zor durumda bırakacak bir cinayettir.Dink, bu tip cinayetleri işleyen karanlık örgütlerin her zaman yaptığı gibi iyi seçilmiş bir isim. Olay sanki Ermeni meselesi ile ilgiliymiş gibi bir imaj verilmek isteniyor. Oysa bu cinayet tamamen cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik bir operasyon.Nasıl? Şöyle: Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ellerinde hiçbir enstrüman kalmayan bir kesim Türkiye’yi krize sürüklemek için düğmeye bastı. Bu anlamda bu cinayet, daha önce de Türkiye’nin yaşadığı laik aydınların öldürülmesi cinayetleriyle benzerlik taşıyor. Amaç kargaşa meydana getirip bu kargaşada balık avlamaya çalışmak. Ne yazık ki, bu cinayetin arkası gelebilir.Her yeni yıla girdiğimizde aynı şeyleri duyarız. Kaygılı dostlarımız, o yılın Türkiye için zor geçeceğini söyler. Neredeyse son 10 yıldır Türkiye, her yıla “inşallah bu yıl, ülkeyi kaosa sürükleyecek bir komplo, cinayet, saldırı vs.” olmaz temennileriyle girer. Maalesef, 2007 yılı Türkiye için çok zor geçecek diyenlerin bu öngörüsü, tahmin edilenden çok daha önce gerçekleşti.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazete binasının girişinde kimliği (bu satırların yazıldığı saatlerde) bilinmeyen kişi ya da kişiler tarafından öldürüldü. Haberi duyan herkes gibi, ben de “eyvah” dedim. Sanırım aklı başında, sağduyu sahibi, ülkesini seven her yurtsever, böylesi bir saldırının ardından aynı tepkiyi vermiştir. Hrant Dink, kamuoyunun yakından tanıdığı bir isimdi. Ermeniydi ama Türkiye aşığı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. Bu ülke topraklarında doğan, Türkçe konuşan ve Türk gibi düşünen biriydi. Ama hepsinden önemlisi Hrant Dink bir gazeteciydi. Doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen biriydi Hrant Dink. Hatta bu yüzden başta ulusalcılar olmak üzere birçok marjinal grubun tepkisini çekmişti.

Olay henüz çok sıcak. Saldırganlar belki yakalanacak, belki de yakalanmayacak. Ama sonuç ne olursa olsun, Hrant Dink’e yapılan saldırı, Türkiye’deki barış ve huzur ortamına çok büyük bir darbe vurma amacında. Sadece Türk medyası değil, dünya medyası da bu olayı mercek altına alacaktır. Türkiye’nin azınlıklarla ilgili tezleri, bu menfur saldırının ardından büyük yara alacaktır. Oysa bu saldırının Hrant Dink’in etnik kimliği ya da siyasi kişiliğiyle alakası da yoktur. Ancak saldırının sebebi ne olursa olsun, bu saldırı kimler tarafından yapılırsa yapılsın, Dink’in öldürülmesinin yankıları, Türkiye açısından olumlu sonuçlar doğurmayacaktır!

İşte bu yüzden bu cinayette Türkiye’nin hiçbir çıkarı yoktur! Türkiye, henüz Danıştay saldırısının şokunu yeni yeni atlatmaya başlamışken, böylesi bir saldırı, bu ülkeyi seven herkesi üzmelidir. Hrant Dink’in ailesinin ve bütün Ermeni toplumunun, ondan da önemlisi basın dünyasının ve en önemlisi ise bu ülkeyi seven, onun için çırpınan herkesin başı sağolsun. Hrant Dink Ermeni diasporasının da hedefiydi.

Çünkü Dink’in diyalog çabaları diasporanın emelleri ile tersti. Hatta onu Türkleşmekle suçlayanlar bile vardı. Hrant Dink’in Sabiha Gökçen’in seceresi ile ilgili açıklaması Türk Genelkurmayı tarafından son derece sert bir şekilde karşılanmıştı. Bu açıklamasıyla vatana ihanet ile suçlandı. Sonra birileri gitti Agos Gazetesi önünde “Hrant Dink artık hedefimizsin” sloganları attı. Dink ölümle tehdit edildi. Dink de oldukça korktuğunu bir yazısında dile getirmişti.

Temmuz 8, 2007 at 11:39 am Yorum bırakın

“Derin”den Vurulduk Afişi

Hrant Dirnk’in öldürülmesi yurt çapında büyük üzüntü yarattı. Meslektaşını kaybeden bizler de duygularımızı hemen bir yana bırakarak olayı düşünmeye ve sebep ve sonuçlarını kavramaya çalıştık. İlk olarak Agos gazetesinin önünde yapılan açıklamalar, Taksim’den gazeteye yürüyüşler, yürüyüş sırasında atılan sloganlar dikkatimizi çekti. Avukatının Hrant’ın ölüm tehditleri aldığını ve savcılığın bir şey yapmadığını, İstanbul Vali Yardımcısı odasında tehdit edildiğini belirtmesi, Gazeteden arkadaşı Ahmet beyin Veli Küçük’ten tehdit aldığını söylemesi dikkat çekiciydi.

Ama telin yürüyüşünde bir afiş taşındı ki çok önemliydi. Hangi arada hangi akıllının düşüncesiyle kaleme alındı bilinrmez, bir afişte şöyle yazıyordu: “Derin”den vurulduk. Bence olayın asıl anahtarı burada. Derin Devletle, yahut da devleti ayakta tutan en temel değerlerle hesapları olanlar hemen harekete geçmişlerdi görülen.

Veli Küçük Paşa iftiralarını isbatlasınlar demiş ve bir dava açmaya hazırlanıyormuş. Bakalım ne olacak. Göreceğiz.

Temmuz 8, 2007 at 11:39 am Yorum bırakın

Older Posts


Kategoriler